Efendimiz s.a.v
Çocuklar için
İslami Video
Ariflerden inciler
Ayetlerle Namaz
Hadislerle Namaz
Gavsi sani ve Namaz
HİKAYELER
 
 

YAŞAYAN HURAFELER

Muska (Şamil İslam Ans.)
Tılsım (Şamil İslam Ans.)
Muska ve Tılsımların Menşei
Bazı Tılsımlardan Örnekler
Muskacıların Dayanağı
Muskacıların Sonu
Sihir Büyü
Sihir (Şamil İslam Ans.)
Büyü (Şamil İslam Ans.)
Sihrin Tanımı
Sihir Yapmanın Amacı
Sihrin Doğuşu
Sihir Bozma
İslâm ve Sihir
Büyücünün İslâmî Hükmü
Yaygın Hurafeler
Hurafe (Şamil İslam Ans.)
Çaput Bağlamak
Mum Yakmak
Kurşun Dökmek
Fal Açmak
Kabirlerde Dua
Kabirlere Kurban Adamak
Ay ve Güneş Tutulması
Kuş Ötmesi, Hayvan Uluması
Günlerin Uğursuzluğu İnancı
Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler
Kadın ve Hurafe
Çocuk İçin Söylenen Hurafeler
Ölüm ve Hurafe
Değişik Hurafelerden Örnekler
 
Benim Bacım
TESETTÜR (örtünme)
Modernistler ve Örtünme
Modernistler ve Örtünme
Kanunlar ve Örtünme
İslam Nazarında Örtünme
Örtünmede Maksat
NÜFUS PLANLAMASI (Kürtaj)
Nüfus Planlamasının Dayanakları
İslam Açısından Doğum Kontrolü
ÇALIŞAN KADIN
MiRAS VE ŞAHİTLİK Miras
Şehadet Meselesi ve Kadın
TEADDÜDÜ ZEVCÂT (Dörde Kadar Evlilik).
TALAK (Boşanma)

 



 
 
 
 

ŞEYH SEYYİD SULTAN ABDÜLBAKİ EL HÜSEYNİ GAVS-I SANİ HAZRETLERİ KADDESALLAHU SIRRUHUL AZİZ

Bilvanis, Siyanüs, Taruni, Havil, Dilibey, Nurşin, Kasrik ve Gadir köylerinden soluklayarak Menzil'i mekan edinen Gavs Hz.leri ve oğulları (Seyda Hz.leri ve Seyyid Abdülbaki Hz.leri) kıyamete dek sürecek irşad faaliyeti sergilemektedirler. Peygamber soyundan gelen bu aile, Şah-ı Nakşibendi (k.s.)'ın Kasr-ı Arifan'da başlattığı irşadın ikincisini her türlü çileye rağmen, devam ettirmektedirler. Bu yüzden Menzil'e Seyda Hz.leri (k.s.) ikinci Buhara demiştir. Gerek Gavs Hz.leri, gerek Seyda Hz.leri ve gerekse Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin bu yerlerde Allah'ın rızasını kazanmaktan başka gayeleri olmamıştır. Rıza-ı Bari hayatlarının parçası olmuş ve bu uğurda diyar diyar gezmişler ve bu uzun yürüyüşten sonra , Menzil en son durakları olmuş. Böylece göç ve hicret hayatını yaşayarak Resulüllah'a mutabaat yaptılar.

Bu yürüyüşü önce Gavs Hz.leriyle köy köy gezerek başlamış Seyda Hz.leri döneminde kalabalıklara dönüşmüş ve Seyyid Abdülbaki Hz.lerin de ise zirveye ulaşmıştır. Bu irşad halkasının içinde Şeyh Abdurrahman-ı Tahi, Şeyh Fethullah, Şeyh Muhammed Diyauddin, Şeyh Ahmed-el Haznevi gibi sadatlar sıralanmış, mekan değiştirenlerin yerine Gavs Hz.leri, Seyda Hz.leri ve Seyyid Abdülbaki Hz.leri aynı heyecanla bu yolu bugüne dek taşıyarak onların yollarını takib etmişlerdir.

Nöbeti devraldığı zat, hem kardeşi, hem yol arkadaşı, hem mürşidi Seyda Hz.leridir. hayattayken arkasında iki büklüm bir vaziyette büyük bir adabla peşisıra yürümesiyle dikkati çeken Seyyid Abdulbaki Hz.leri ilerisini haber verircesine nöbeti Seyda Hz.lerinden devralmıştır. Babaları Gavs Hz.leri olan bu ikili, ailenin gözbebekleridir adeta.

Seyyid Abdulbaki Hz.leri tâ çocukluk yaşlarda hastalığa yakalanmış, zayıf ve bitap düşmüştür. Malum bizim gibi zayıf insanlar için hastalık günahlara kefaret olan ilaçtır ama, büyük zatlar için makam almalarına veya bir basamak ilerisine sıçramak için verilen ilaçtır. Verem hastalığına yakalanmış, ama hasta haliyle Siirt'te, oradan da Van'a okumaya gitmeyi ihmal etmedi. O zamanları medrese talebeliğinin yanısıra , tevbe de veriyordu. Bir yandan hastalık, bir yandan talebelik ve bir yandan da Gavs Hz.lerinin emri doğrultusunda irşada yardımcı olmasıyla alametlerini tâ o günlerde belli etmesi büyüklüğüne işarettir.

Gavs Hz.leri Van'a gönderdi. Van'da ne oldu? Kısa zamanda irşad halkası genişledi ve çoğaldı. Kötü hallerini bırakan halkaya dahil oluyordu. Tabii bu arada rahatsız olanlar muhalefet etmeye başladılar. İstemeyenler ve çekemeyenler oldu. Münkirler boş durmadılar, hemen şikayet ettiler. İki-üç gün tevkif edildikten sonra Seyyid Abdulbaki Hz.lerini genç yaşta 30 gün süreyle tutukladılar. Molla Ahmed bu durumu Gavs Hz.lerine açıklamaya çekinir, rahatsızlık duyacağını hesap ederek önce tereddüt etti ve nihayet Seyyid Sıtkı'ya söyler. Zaten Seyyid Abdülbaki Hz.leri hastaydı. Bir de hapishane hayatı eklenince, bütün bunları Gavs Hz.leri işitirse ne yapar düşüncesiyle Molla Ahmed'in anlattıklarını dayıları açıklar.Dayıları Seyyid Sıtkı diyor ki:

"Ben Gavs Hz.lerine söyleyince, Gavs Hz.leri öyle oldu ki, öyle ferahlandı ki, inanın çiçek gibi açıldı. Öyle tebessümle bana dedi ki:

-Ondan büyük nimet ne var? Allah'a şükredelim. İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibendi, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Hazne hepsi içerde mapus kaldı. Onlara mutabaatı oldu. Bazıları hata yapıyor, suç işliyor, tevkif ediliyor ve ceza altına giriyor. Bu Allah'ın yolunda tevkif edilmiş ve nezaret altına alınmış ne kadar büyük nimettir. Ne kadar şükretsek azdır."

O yörenin insanları kötü işleri bırakıp, yola gelmesinden rahatsızlık duyanlar Yüzbaşı'ya şikayet ediyorlar, o da huduttaki yüzbaşıya bildiriyor, derken yirmibeş muhtardan imza toplayarak gözaltına alıyorlar.

30 günden sonra serbest bırakıyorlar. Gerçi şikayet edenlerin ekserisi hakikati görünce pişmanlık duymuşlar ve yola girmişler. Baktılar ki ne kadar çile çekiyorsa bu zat, o kadar Allah (C.C.) daha fazla veriyor. Bu durumu idrak edenler hemen diz çöküp halkaya dahil oluyorlardı. 30 günden sonra Menzil'e geliyorlar, daha sonraları tekrar okumak için gidip geliyorlardı. Allah'ın dostları hepsi çekmiş, eziyet onlar için lezzet ve taddır.Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin terbiyesinde başta Gavs Hz.lerinin ve Molla Derviş gibi Hocaların katkısı büyüktür. Seyda Hz.leri nasıl ki Gavs Hz.lerinin emrinde nasıldı, Seyyid Abdülbaki belki iki-üç misli daha fazla Seyda (k.s.)'ın emrindeydi. Seyda Hz.leri ağabey-kardeş ilişkisinin ötesinde can yoldaş idiler. Seyyid Abdulbaki Hz.leri Gavs (k.s.)'ın döneminde bile Seyda Hz.lerinin karşısında sanki ölü ve cansız gibiydi, yani teslimiyet çoktu. Zaten Seyyid Abdülbaki Hz.lerinin bu halleri , onun ileride Seyda Hz.lerinden sonra büyük bir zat olacağını haber veriyordu. Adabı ve halleri "Seyda Hz.lerine layık olmaya çalışacağım" mesajını ortaya koyuyordu.

Nitekim de Seyda Hz.leri bu dünyadan göç ettikten sonra irşad daha da kat kat arttı.Seyyid Abdulbaki Hz.leri hastalık çektiği için genç yaşlarda çok zayıfmış, ince yapılıymış. Gavs Hz.lerini Ankara'ya yolladı, o hastalık geçti, dönüşte kilo almaya başladı. Böylece o zayıflık da üzerinden alınmış yerine heybet hakim olmuş. Hem de öyle bir heybet ki, sima olarak artık babası Gavs
Hz.lerine benziyordu. Seyda Hz.lerinin sofilerinden Gavs'ı tanımayanlara, Seyyid Abdulbaki'yi görmeniz kâfi deniliyor. Gerçekten de, Gavs'ı görenler yüzcek benzediğini söylüyorlar. Hastalık, hapis, eziyetler derken sabır yürüyüşünü Seyda Hz.lerinin arkasında adapla yapıyordu. Seyda Hz.lerinin halifelik öncesi ve sonrası emrinden çıkmayan birisi varsa o da Seyyid Abdulbaki Hz.leri idi. Hayatında iki şey mukaddes biliyordu: birisi Gavs Hz.leri ve Seyda Hz.leri, diğeri ise Kur'an ve hadis...

Öyle ki , Seyda Hz.leri şu işi yap, hemen yapıyordu. Ağabey-kardeş ilişkisi teslimiyet çerçevesinde geçti. Zaten Mürşid-i Kâmil'in alameti âdâbıdır. Gavs Hz.leri vefat edince bütün işleri Seyda Hz.leri yapıyordu. O yıllar en büyük yardımcısı Seyyid Abdulbaki (k.s.)idi. Hayatını âdâb ve teslimiyet üzerine tanzim etmişti. Gavs Hz.lerine de öyle candan ve aşktan bağlıydı ki,
onun dar-ı bekâya irtihali Seyyid Abdulbaki (k.s.)'ın iç dünyasında fırtına estirmiş, adeta şok hali yaşamasına sebep oldu. Öyle bir şok ki beraber yaşadıkları Seyda Hz.lerini bile bir an unuttururcasına, 21 gün biat etmemiş Gavs Hz.lerinin merkadına günlerce yüz sürmüş ve onu kaybetmenin hüznünü yaşıyordu. Tabii bu şoktan çıkmama hali Seyda Hz.lerine beyatını
geciktirmesine sebep olmuş. Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin bu haline itiraz edenler olmuş ama , o bütün bunlara aldırış etmeden Gavs (k.s.)'ın merkadına yapışmıştı. Yine birgün Seyyid Abdulbaki Gavs'ın merkadında, Seyda Hz.leri de merkadda o arada Kur'an okuyor. İşte o sıra ne olduysa orda oluyor, Seyda Hz.leri:

"Abdulbaki otur..." diyor ve beyatı o anda gerçekleşiyor. Hatta, maneviyatta Gavs'ın (k.s.) Seyda Hz.lerine üç sefer:

"- Raşid, S. Abdulbaki'ye dikkat et. Onu sana teslim ettim" dediği rivayet ediliyor. Böylece, Seyda Hz.leri bu ikaz karşısında Seyyid Abdulbaki (k.s.)'ına "otur" diyerek emaneti veriyor. Kelimenin tam anlamıyla bu emanet Seyyid Abdulbaki'ye (k.s.) verilen en büyük hediyeydi. Artık o şok hali
üzerinden kalkıyor, yeni bir hayata başlamanın sevinci üzerini kaplıyordu. Gavs (k.s.)zamanındaki beraberlik eskisinden daha da çok koyulaşarak Mürşid-Halife ilişkisine dönüşüyor. Seyda Hz.leri halifeliği Molla Abdulbaki ile beraber ikisinin icazetini bir perşembe akşamı veriyor. Seyda Hz.lerinin sofileri Menzil'e ziyarete gittiğinde hep onu Seyda Hz.lerinin arkasında iki büklüm gördü ve hafızalarımızda hep o hali kaldı. Ayrıca Seyyid Abdulbaki sırt ağrılarından dolayı Seyda Hz.lerinin emriyle ameliyat da olurlar.Seyda Hz.leri de dar-ı bekâya irtihal edince bütün yük Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin omuzlarına binmiştir. Nasıl ki, Gavs zamanında en büyük destekçi

Seyda Hz.leri idi, Seydamızın döneminde de en büyük yardımcı Seyyid Abdulbaki Hz.leri idi. Şimdi Menzil'in işleri daha da yoğunlaşmıştır. Bir yandan camii inşaatı, diğer yandan merkad inşaatı ve diğerleri bunun en büyük göstergesidir. Menzil artık gelen misafirleri maddeten kaldıramadığı için, Seyyid Abdulbaki Hz.leri büyük çapta inşaat ve imar faaliyetlerini başlatarak, Gavs (k.s.) ve Seyda (k.s.)'ın bıraktığı temelleri daha da genişletmişlerdir.

Önce Türk-i Cumhuriyet'lere yönelik bir seyahatı başlatırlar. Daha sonra bu yolculuktan sonra umre hazırlığına koyulur. Türk-i iller ve Umre yolculuğu derken, Menzil'e döner dönmez merkad ve camii inşaatını gerçekleştirir. Sene içinde de Afyon'u ve Pursaklar'ı ziyaret ederek hem irşad hem de mutabaat yapıyorlar. Seyda Hz.lerinden devraldığı yük, beş-on misli daha da artarak
bu dönemde şeritle (iple) tevbe verme metodunun görülmesi bu dönemin en belirgin özelliğini ortaya koyması bakımından mühimdir. O kadar yük artmış ki, Allah'ın rahmeti ve kudreti olmasa hiç bir insanın bu yükü taşıması mümkün değildir. Bütün bu eziyetleri Allah için çekiyorlar. Her türlü insanın nefes kokusuna normal bir insan, değil bir gün, bir saat bile dayanamaz. Öyle oluyor ki, camii tıklım tıklım, üstüste secde ediliyor, nefessizlikten dayanılmaz hale geliyor. Böyle olduğu halde, hem camii inşaatı, hem Menzil'in işleri, hem sırt ağrıları, hem de irşad faaliyetlerini bıkmadan usanmadan, aralıksız bir şekilde yürütüyorlar. Fakat, Allah-ü Teala ona göre kuvvet vermiş. Allah'ın muhabbeti olmazsa ve sadatların muhabbeti olmazsa bütün bu işlerin yapılması imkânsızdır.

Bel ağrılarına rağmen yine de irşaddan geri kalmıyor, devamlı sofilerin hizmetinde. Rahatsızlığını bile hiçbir zaman dile vurmaktan haya edinen bir mizacı var. Hastalığını soranlara, sıkılgan bir vaziyette anlatmaktan imtina ediyor, ancak ve ancak sırtını çeviremediğini görerek anlaşılıyor. Dikkatle bakıldığında kendini ve sırtını çeviremediği gözlerden kaçmıyor. Bunlara rağmen irşad faaliyetlerine yılmadan usanmadan ve sorumluluk duygusuyla devam ediyorlar. Bu vazifeyi madem yapacaksan, tam yapacaksın şuuruyla hareket ediyor. Allah (C.C.) ecirlerini artırıyor.

Seyyid Abdulbaki Hz.leri denilince ilk evvela âdâb akla geliyor. Gavs (k.s.)'ın Şah-ı Hazne'ye bağlılığı ve Seyda Hz.lerinin Gavs'a teslimiyeti, Seyyid Abdulbaki (k.s.)'ında zirveye çıkarak âdâba dönüşmüştür. Diğer halifelerde de var ama, Seyyid Abdulbaki'de tarif edilmez bir şekilde
bambaşka...

Seyda Hz.lerinin ardından merkadı ve camiiyi yapması, evlere ve çeşmelere el atması gibi faaliyetlerine de akıl sır ermiyor. Yani tasarrufatına akıl ermiyor ve çok hızlı başladı. Tabii hep Allah'tan geliyor. Bu dönemde çorba daha da fazla kaynıyor, ekmek daha çok çıkıyor, tabiri caizse on misli oldu.

İşte bu yoğun faaliyetinde Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin dilinden sohbet bile işitemez olduk. Zaten fırsat yok. Sohbet ederse, tevbe veremezsin ve irşadın aksamasına yol açar. O bakımdan hiç boş durmuyor, o yüzden sohbete sıra gelmiyor. Seyda Hz.leri Gavs'tan sonra yaklaşık iki sene çok sohbet etti, sonradan birdenbire bıraktı. Vefatına yakın veda niteliğinde sohbetleri oldu o kadar. Fakat, Seyyid Abdulbaki Hz.leri irşadı devraldıktan sonra sohbet etmemesi, yukarıda işaret ettiğimiz hususlardan kaynaklanmaktadır. Bu dönemde amel, zikir ve akıl ön planda. Muhabbetten ziyade çalışmak, bu dönemin en belirgin özelliği.

İşin özü, fazla söze ne hacet, Seyyid Saki Hz.lerinin de buyurduğu gibi:

"Artık emeklemeyi bitirdik, şimdi Amel zamanı..."

Ğavsi Hizani (k.s.) vefat ederken halifesi Şeyh Abdurrahman et-Tahi (k.s.) cagirdi ve ona bir vasiyette bulundu dedi ki: Ben gidiyorum Ahmet Berive isminde birine rastlarsan benden selam soyle bize dua etsin buyurdu. Şeyh Abdurrahman et-Tahi (k.s.) hayatı boyunca Şeyhinin bu vasiyetini yerine getirmek icin gözünü açtı fakat Berive isimli bir zatı bulamadı. O da vefat ederken halifesi Şeyh Fethullah (k.s.) yı yanına cagırdı bu emanetı ona devretti.Dedi ki: Şeyhimin bana bir vasiyeti vardi ben onu yerine getiremedim o vasiyeti sana devrediyorum Ahmet Berive isimli bir zatı gorursen ona soyle Seyhımın ve benım selamımı soyle bizlere dua etsın dedı.Şeyh Fethullah (k.s.) bu emaneti yerine getirmek icin ugrasti ama oyle bir zata o da rastlayamadı.O da vefat ederken halifesi Şeyhinin oğlu,Şeyh Muhammed Diyaüddin (k.s.) a aynı emaneti devretti. Dedi ki: Ğavsin selami var,Seyda Tahi’nin selamı var,Seyh Fetullah olarak benımde selamım var,Ahmet Berive’yi bulursan bu selamları ona ilet ve bizlere dua etmesini talep et dedi.Bir gun atının ustunde giderken,karsıdan gelen iki tane genc gordu.Genclere selam verdi onlarda selamı aldı,tanısalım dedıler.Genclerin birsi adını soyledi,sıra dıgerıne gelınce bende Ahmet Beriveyim dedi.

Hazret atından indi seni arıyoruz genc dedi. Dedi Ey genc, Ğavsı Hizani’nin selamı var,Seyda Tahi’nin sana selamı var,Şeyhim Fethullah’ın sana selamı var.Onlar senden dua istiyor ama onların yanında bana da dua et dedi.Genc o dediğin zatlar kim ben kim,onlara dua etmek ben kim dedi.Sen orasını karıstırma selamları al ve dua et. Genc Veaykumselam dedı ve ellerini actı emri yerini getirdi. Ondan sonra hazret tut elimi dedi Yarabbi! Ben pişmanın… diye Sadat-ı Nakşibendiyye’nin tevbesini verdi onu kendine mürit kabul etti.Terbiyesine aldı ve yetiştirdi.Ve daha sonra Hazretin halifesi olarak Sadatin nisbetini Hazne şehrine götürdü ve irsada orda devam etti. Gün geldi Ğavsı Bilvanisi Abdülhakım el-huseyni Sadatın dergahında terbiyesini tamamladı irşadını,seyrü sülükünü tamamlamak üzere rüyadaki bir işaretle onun (Şahı Hazne’nin) kapısına gitti.Çalıştı gayret etti,yıllarca sefer (Turkıye’den İran’a) etti neticede Ğavsı Bilvanisi bu gorevi aldı tekrar bu şuheda vatana Türkiye ye getirdi.Ğavsı Bilvanisi ile birlikte o seferleri yapan bir Seyyid,daha sonra Şahı Haznenin huzruna vardiğinda Şahı Hazne “Şeyh Abdülhakim ne yapıyor?” diye sordu Seyyid halini anlattı.
Şahı Hazne bana Abdülhakım’ın cocuklarından haber ver dedi. O ailenin ve Ğavsı Bilvanisi’nin yakını olan

Seyyid: Şeyh Abdülhakim’in üç oğlu var,
birinci oğlunun ismi Seyyid Muhammed dedi,Şahı Hazne: Şeyh olur buyurdu

Seyyid : İkinci oğlunun ismi Seyyid Muhammed Raşid dedi, Şahı Hazne: Onun cok buyuk cemaatı olur buyurdu.

Seyyid: üçüncü oğlunun ismi Seyyİd Abdülbaki dedi,Şahı Hazne: Alem onun zamanında irşadı bir gorsun dedi…

Sadatlar Ahmet Berive’ye selam soylemıs o da Şeyh Abdülhakim el-huseynın üçünçü oğlunu işaret etmiş ondan haber vermiş.Alem onun zamanında irşadı gorsun diye daha cocuklugunda (Ğavs-ı Sani Seyyid Abdülbaki’nin) haber vermiş.

Şeyh Abdülhakim el-huseyni, Şahı Hazne’nin müjdelediği bu kucuk Seyyid hasta iken,hastahanede yatarken ziyarete bir sofi geliyor.Elinde bir çiçek hasta ziyaretine geliyor ve o Sofi anlatıyor “Şeyh Abdülhakim (k.s.), Seyyid Abdülbakinin basında duruyordu Ğavs-ı Sani yatakta yatıyordu.Ben çiçeklerle girince hosuna gitti ve dedi ki: Sofi sen Seyyid Abdülbaki’yi seviyor musun?
Sofi evet kurban cok seviyorum. Şeyh Abdülhakim dedi ki: Ah keske onun zamanına erişsekte üç gun muridi olsaydık…
İşte kardeslerim butun Sadat bu mübareği Ğavs-ı Sani (k.s.) yi haber vermiş,bütün Sadat bu müjdeyi vermiş. Neden vermiş? Ümmeti Muhammed gaflete düşmesin zamanına yetişirse elinden tutsun,eteğine yapışsın,imanını kurtarsın diye. Hepsi bizim için… Bu mübarek nasıl ırsad edıyor kı butun sadat bu mubaregı haber vermıs. Haber verdiki irşadının altıncı senesınde Elhamdülillah sofilerinden suana kadar vefat edipte imanını kurtaramayan hic kimse olmadı buyurdu Ğavs hazretleri.Bu Ğavs iman kurtarıyor… Bu Ğavs cehennemden kurtarıyor… Allah (c.c.) rahmet ipidir yapısanı kurtarıyor… Bu asırda ımanı kurtarmak kadar kıymetlı bırsey yoktur.
O zat buyurdu ki:şu asırda musluman kimliği tasıyıp vefat edenlerin yüzde 15-20 si imanla kabıre ınıyor.Ekseriyeti imanını muhafaza edemıyor.Obur taraftan Sadatın elinden tutan,corbasını ıcen hıc kımsenın ımansız gıtmedgını soyluyor.Bu tamamen bir rahmet tecellisidir.Bu Allah’ın rahmetidir.Bu Rasulluha’ın mucızesidir.Bu ahir zamanın şiddetli,agır,fitnelerin yaygınlastıgı donemde Cenabı Hakkın Ümmeti Muhammede bir rahmetidir,bir rahmet tecellisidir.Bir meczup zat var, ona dedim benim Şeyhim artık elden tevbe vermiyor,sarıklarla altmıs-yetmiş kişiye birden tevbe veriyor ne dersin bu işe diye sordum.Meczup dedi ki: abi o iplerle cehnnemden sizleri cıkarıyor dedi…
Kuyuya dusene ip atılır,cehnnem cukuruna dusmekte olan Müslümanlara da bu Sadatlar ip atıyor… Kim tutarsa Allah (c.c.) izniyle kurtulur… Bir kac hukuk adamı Menzil’e gelmiş Ğavs-ı Sani (k.s.) demiş ki: tevbe etmek şartmıdır,sizin elinizi tutmak şartmıdır? Onsuz olmaz mı ?
Ğavs: şart değil amma siz hukuk admısınız,bir insan mahkemeye düşse,davası olsa o insan tek başına mı davasını görmesi guzeldır yoksa bir avukat tutup avukat marıfetıyle mi kendini savunması daha guzeldır.
Adamlar demiş: Avukatı olsa daha rahat işini gorur.avukat onu daha guzel mudafa eder.
Ğavs: Aynen ahıret işi de böyledir.Kim o Sadatların elini tutarsa,sekiz sartı yaparsa İlahi noterde bunlara, vekalet vermiş oluyor,İlahi noterde o Sadata vekaletname veriyor.Son nefeste ölürken imanla ölme vekaletnamesi, şeytana karsı yardım vekaletnamesı,kabirde sual melekleri gelince yardım vekaletnamesı,mahserde hesap verirken şefaat vekaletnamesı,sırattan gecerken yardım vekaletnamesi. O vekaletnameyle o zat gelir şeytan kacar,melekler neden geldin dediğinde de Allah (c.c.) onun vekaletı var,Ben kabul ettım ona karısmayın der.O şekilde gerek son nefeste,gerek kabirde,gerek mahserde,gerek sıratta o vekaletnameyle gelirler Mümmeti Muhammede yardım ederler.Şart değil amma bu kadar da faydası var ne dersiniz buyurmus.
O hukukcularda insaflı ınsanlarmıs o vekaletnameyı bızde verelim demişler…

Kim bu zatların izinden giderse Allah’ın izniyle Peygamberimzin ve ashabının izinden gitmiş olur….




             SEYDA MUHAMMED KONYEVİ (k.s.a)

 

 

Seyda Muhammed Konyevi (K.S), miladi 1942 yılında Mardin ilinin merkezine bağlı Konaklı köyünde doğdu. Seyyid Muhammed Raşid (K.S)’ in halifelerinden olan Seyda Muhammed Konyevi (K.S) şu an hayatta olup Konya sivil havaalanı civarında bulunan Reyhani köyünde insanlara Allah-u Zülcelal’ ın emir ve nehylerini anlatmak suretiyle insanların dünya da ve ahirette kurtuluşlarına vesile olmaktadır. Sevenleri arasında Seyda namıyla tanınmıştır. 

   Seyda Muhammed Konyevi (K.S), anne tarafından Hz. Ömer (R.A)’in soyundandır. 

   Seyda Muhammed Konyevi (K.S) bir çok alimden ilim tahsil ederek en son Gavs-ı Bilvanisi (K.S)’ nin halifelerinden Abdussamed-i Ferhendi (K.S)’ nin yanına geldi. Onun yanında bir yıl kaldıktan sonra zahiri ilimlerden icazet aldı. Daha sonra Allahu Zülcelal, Abdussamed-i Ferhendi (K.S), onu güzel ahlakından dolayı kızıyla evlendirdi. Bundan sonra bir süre kendi köyünde imamlık yaptı. 

   O sıralarda Gavs-ı Bilvanisi (K.S) vefat etmiş ve oğlu Seyyid Muhammed Raşid (K.S), insanlara Allah-u Zülcelal’ in emir ve nehylerini anlatmak suretiyle irşada başlamıştı. Seyda Muhammed Konyevi (K.S), Seyyid Muhammed Raşid (K.S)’ nin daveti üzerine, kayınpederi Abdussamed-i Ferhendi (K.S) ile birlikte menzil köyüne geldi. Yirmi üç yıl Seyyid Muhammed Raşid (K.S)’ nin yanında kaldı ve hizmetinde bulundu. 

   Seyda Muhammed Konyevi (K.S), Seyyid Muhammed Raşid (K.S)’ nin vefatından sonra bir yıla yakın teberrüken Menzil’ de kaldı. Daha sonra Seyyid Muhammed Raşid (K.S)’ nin işareti üzerine Konya’ ya hicret etti. Halen Konya’ da insanlara Allah-u Zülcelal’ in emir ve nehylerini anlatmak suretiyle onların dünyada ve ahirette saadete kavuşmalarına vesile olmaktadır.

 

    

SÖZLERİNDEN BAZILARI ;

 

"Ben dünyada yaşadığım sürece, daima Allah-u Zülcelal' in rahmetinden bahsedeceğim. Ümit ediyorum ki, Allah-u Zülcelal mahşer gününde bizlere, İnşallah-u Teala rahmeti ile muamele edecektir."

"Allah-u Zülcelal, nefsin istek ve arzularını yaratmış bir tarafa koymuştur. Bunun karşısına da rızasını koymuştur. Bunun için de: "Kullarım benim rızamı mı seçecek, yoksa nefsinin arzularını mı seçecek?" diye imtihan etmektedir."

"Akılsız insan odur ki, yaşadığı süre içinde, ahiret mutluluğunu düşünmeden, kendi ateşini kendi eliyle tutuşturur. Ne yazık ki insan Allah-u Zülcelal' den o kadar gafildir ki, arkasında cehennem olduğunu bildiği halde, gülmeye devam eder. Halbuki tek kurtuluş yolu, çok ağlamak ve daima Allah-u Zülcelal' e yalvarmaktadır."

"Kim ki hayata nefsinin isteklerinin gözüyle bakarsa, daha dünyada iken kendi cehennem ateşini yakmış demektir. Onun için insan hata ve günahlar üzerinde konaklamadan kendisini Allah-u Zülcelal' e yöneltmelidir."

"Allah-u Zülcelal bu kadar şevkat ve merhamet sahibidir. O' na dönmek lazımdır. Bizim günahlarımızı affetmek O' nun yanında hiçbirşey değildir. Ne olur bizde kendimizi, O' nun merhametine layık hale getirelim. O' nun rahmetine müstehak olabilmek için de Allah-u Zülcelal' e çok yalvarmak ve tevbe etmek lazımdır."

"İnsanın, Allah dostlarının, ilmiyle amel eden alimlerin cemaatinde bulunmaya gayret etmesi, onlara yakın olmaya çalışması, onların sohbetlerine devam etmesi lazımdır. Bunlardan daha faydalı bir şey yoktur."

"Bu dünyada biraz olsun düşünmeyip, önümüze her geleni yaparsak, kıyamet gününde perişan oluruz. Tabii ki o gün pişmanlık günüdür. Ama oradaki pişmanlığın kimseye faydası dokunmayacaktır."

"Cüneyd-i Bağdadi (K.S)' nin dediği gibi, tasavvuf ehli, içine hertürlü pislik atıldığı halde ondan hep güzel şeyler çıkan toprak gibi olmalıdır. Tasavvuf ehli bulut gibi olmalıdır ki, herkesi gölgelendirsin. Tasavvuf ehli yağmur gibi olmalıdır ki, herkes ondan istifade etsin."

"Ey İnsan! Eğer gerçekten Allah-u Zülcelal' in sevgisine talib isen, o zaman henüz vakit varken elinde olan fırsatları değerlendir. Ve sende Allah-u Zülcelal' in sevdiği kullarının arasına girmeye gayret et, yoksa bu fırsat elinden kaçacak ve pişmanlık sana fayda vermeyecek. "

"Mü'min iman ve maneviyat bakımından kuvvetli olmazsa, nefsin arzu ve isteklerinden kendisini kurtarıp manevi olarak tedavi olmazsa, şeytana karşı mücadele ve harb edemez."

 

 

 

ŞEYH MAHMUD EFENDi (K.S.)

1931 yılında Of’da dünyaya geldiler. ilk tahsilini babas? Ali Efendiyle yapt?. Hafızlığını Of’ta ikmâl etti. Bir müddet Kayseri’de Arapça okudu. Tahsilini eniştesi Hacı Dursun Efendide tamamlayarak ondan icazet aldı

Uzun süre çocuğu olmayan Fatma Hanım, çocuğu olması için Allah’a yalvarıyordu. Bir gece rüyasında, ayın koynuna indiğini ve bütün dünyayı aydınlattığını gördüler. Bu rüyanın üzerinden uzun zaman geçmeden Efendi Hazretleri dünyaya teşrif ettiler.

Efendi Hazretleri (K.S.), çocukluğunda yakalandığı bir hastalık sebebiyle doktora götürülüyor. Doktor, Ben, bu çocukta acaib bir hal görüyorum. Bu çocuk, ya yaŞamayacak veya yaŞarsa çok büyük bir kimse olacak diyor.
Askerliğin ilk aşamasında Bandırmaya gidiyorlar. BirliRine teslim olmadan önce gittiği bir camide Kur’ân okurlarken, Ali Haydar Efendinin müridlerinden Hacı Emrullah Efendinin dikkatini çekiyorlar. Namazdan sonra tanışıyorlar...

Kendileri anlatıyor:

Halil Efendi isimli takva bir zat vardI. Buralarda şeyh yok mu diye sordum. Bana Ali Rıza el-Bezzaz Efendi Hazretlerinin kabrini gösterdi ve bu zatın halifesinin istanbul’da olduğunu söyledi. Ben de bu zatın kabrini ziyaret ettim. Bir fırsatını bulup İstanbul’a nasıl gideceğimi düşünüyordum.

Bir gün deniz kenarındaki Haydar çavuş Camisinde Cuma namaz?ndan sonra caminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli nuranî bir zat gördüm. Camiden çıkınca, babası takva bir zat olan Fahri Hoca’ya camide gördüğüm zatı sordum. Fahri Hoca bana: işte o senin görmek istedi?in Ali Haydar Efendi Hazretleridir” dedi. Yanına gittim ve görü?mek istedim. O bana: Gece gel, görüŞelim; zaman çok kötü, takipteyim dedi.

Akşam olunca Halil Efendi’nin evine gittim. Efendi Hazretleri hastalanmıştı, görüŞemedim. Sabah olunca gittim, yine görüŞemedim. Ancak ikindi vakti Eskici Abdullah Efendi’nin evinde görüşebildim. Elini öptüm ve yanımdakilere okumuş olduğumu söylemeyin dedim. Gizlice benim hoca oldu?umu ona söylediler.
Sofralar kurulmuştu ve çok güzel yemekler vardı. Tam sofraya oturdu?umuzda bana soru sormaya başladı.

ilk sorduğu soruları cevapladım, ancak daha sonra zor sorular sormaya ba?lad?. Yanındakilere dönüp siz yemeğinizi yiyin dedi. Sordu?u sorular karşısında zorlanıyordum ve yemek de yiyemiyordum...


Ali Haydar Efendi Hazretleri inegöl’e kayınpederine gitti. Benim de askerli?im devam ediyordu. Efendi Babam: istanbul’a nasıl sevk olursun oğlum demişti. Nihayet sevk zamanım geldi ve benim ismim de okundu: Mahmut Ustaosmanoğlu, istanbul dediler. çok sevinmiştim. Selimiye Kışlası, oradan da Gebze’ye yolladılar.

Efendi Baba ziyaretlerime geliyordu. Efendi Babama çok uzak olmu?tum. Sevkimi istedim. Yüzbaşıdan beni yollamasını rica ettim. O da bana: Lâzımsın dedi. Bunun üzerine ben de size oradan da dua ederim dedim. Bunun üzerine beni Sirkeci’ye yolladılar.

Efendi Babam çok sık gidebiliyordum, çok ilmî sohbetleri vardı..

Askerliğim bittikten sonra bir kilo üzüm alıp kendisini ziyarete gittim. Bana: Oğlum seninle ilk görü?memden üç gün sonra, ikinci görüşmemde vefat eden şeyhim zuhur etmişti ve senin elini tutup benim elime verip: Bunu al, bizimdir demiştir.

Oğlum seni bana kim verdi; 50, 60 mandayı birbirine bağlasalar Mahmudumdan ayırmak isteseler beni, senden ayıramazlar derdi.

Beni babamdan istediğinde, Mahmudumu bana verdin mi? dediğinde babam: Parası benim kendisi senin demesine çok gülmüştü. Ve kendisine sorulduğunda: Bir sahib çıkacak, henüz tomurcuk halindedir demi?.

Ali Haydar Efendi Hazretleri, ismailaağaya imam olacaksın diyor...

ismailağa Camii, deprem nedeniyle harabe halinde idi. 80 senedir virane olan camiyi kalaycılar mesken tutmuştu. O sırada, Efendi babanın büyük oğlu şerif Efendi’nin rüyasında ismailağa kabristanından bir kol çıktığını ve ismailağa Camiini göstererek: Ne durursunuz, bu camiyi neden tamir etmezsiniz. denildi?ini görüyor.

Kısa sürede cami eski haline getirilir ve Efendi Hazretleri (K.S.) orada irşad vazifesini sürdürmeye başlar...

Bugün hâlâ bu görevini sürdürmektedir...

Elhamdülillah!...

 


resim de hata

üstad Fethullah gülen h.z

 

1938 yılında Erzurum'un Pasinler ilçesi Korucuk Köyü'nde doğdu. Babası Ramiz Hoca cami imamı, annesi Refia Hanım ise ev hanımıdır. Ailenin ikinci çocuğu olan Fethullah Gülen Hoca efendi, altı erkek ikisi kız olmak üzere sekiz kardeştirler.

Küçük yaşta hafızlığını tamamlayan Hoca efendi, başta Osman Bek taş Hoca olmak üzere, Erzurum'un tanınmış âlimlerinden ders aldı. Ayrıca bölgedeki tasavvuf büyüklerinin sohbetlerine de katıldı. Askerlik öncesi ve sonrasında olmak üzere Edirne Üç Şerefeli Camii'nde toplam 4 yıl İmam ¬Hatip'lik görevi yaptı. Ankara Mamak ve İskenderun'da askerlik vazifesini tamamladı ve Edirne'ye geri döndü. Bir müddet sonra da Kırklareli'ne tayin olup bir yıl vaizlik yaptı. 1966 yılında İzmir'e vaiz olarak nakli yapılan Fethullah Gülen Hoca efendi, Kestane pazarı Camii'nde verdiği vaazların yanı sıra Kestane pazarı Kur'an Kursu'nda idarecilik görevinde bulundu. Bu arada gezici bölge vaizi olarak Ege Bölgesi'nin değişik il ve ilçelerinde 1971 yılına kadar vaaz ve sohbetlerde bulundu. 1971 yılı muhtırasında kovuşturma geçirdiyse de çıkan af kanunundan istifade ederek davası düştü. Bu kararın ardından Balıkesir'in Edremit ilçesi ve Manisa ilinde vaizlik görevlerini sürdüren Fethullah Gülen Hoca efendi, İzmir Bornova ilçesi vaizliğine atandı. 12 Eylül 1980 tarihine kadar bu görevine devam etti.

İhtilâl dönemi ve sonrasında yaklaşık 6 yıl, hakkında çıkan tutuklama emri dolayısıyla vazifesine ara verdi. 1986 yılında Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce verilen takipsizlik kararı neticesi serbest hayata geri döndü. Halktan gelen yoğun istek ve ilgi üzerine 1989 yılında İstanbul ve İzmir'de fahrî olarak vaazlara yeniden başladı ve 1992 yılına kadar bu vaazlarını sürdürdü.

 




site yetkili =  sorumlu= 
Cevher CENKCİ   cevher_cenkci@hotmail.com

 

hit counters Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol